menu Menu
Satürn tipi sanatın tek lokmalık çocukları
Yazar Hakan Unutmaz Eleştiri, Kültür-Sanat Mayıs 10, 2023 6 dakikada okunur
Devrimci Sempatizan Küçük İskender Önce Ferhat Tunç ile sanatın kitleler üstündeki etkisine yönelik söyleşi Sonra

“Gün gelecek, herkes bacaksız bedenlerle yerlerde ateşten duvarlara tutunmaya çalışarak sürünecek.”

Daniil Harms

            Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn (Saturno devorando a un hijo)” adlı resminin (“tablosunun” demiyorum çünkü resim, ressamın ölümünden sonra tuvale aktarılmıştır) sanat dünyasındaki ünü malûmdur. “Satürn” olarak adlandırılansa bildiğimiz güçlü titan Kronos’tur. Çocuklarını, yerine geçecekleri korkusuyla doğar doğmaz çiğ çiğ yiyen bu oraklı, sonraki birçok mite, efsaneye, halk hikâyelerine de ilham olmuştur. Yemeyi başaramadığı bir oğlu tarafından da Tartaros’a hapsedilmiştir. Kronos, benim görümde devrimcidir. “Gök Baba”sının liderliğine boyun eğmeyip “Altın Çağ”ını başlatmıştır. Ne var ki tahtı ele geçirenin genellikle diktalaştığı her evrende olduğu gibi “Devrim, kendi çocuklarını ye(r)”miştir. Aslında hiç de “Zeus”luk yapacak, iktidar kovalayacak bir mizacı olmayan “Harms” da tuzsuz bedeniyle bu ziyafette yerini almıştır.

            Geleneği yeteri kadar sindirdiğimi düşünüp daha yıkıcı, deneyen okumalar yaptığım sırada karşılaştım Daniil Harms’la. Adam Öykü’nün taramasını yaparken ilk sayılardan birinde okuduğum kısa öykünün dil farkı ve vuruculuğunu görünce şimdiye kadar böyle bir ismi “nasıl olur da duymam”la beraber, yazarın Türkçeye Osman Çakmakçı* ve Erdem Erinç** tarafından kazandırılmış iki seçkisini edindim. Dedemin gurbet madenlerindeki gençlik fotoğraflarıyla aynı bakan bu adamın hayatını, çok sınırlı kaynaklardan araştırabildim:

            Daniil İvanoviç Yugaçov. Bilinen adıyla Harms ya da Kharms. 30 Aralık 1905’te doğmuş. Devrimci bir aile… “Ekim” öncesi tehlikeli. Babası da zaten bu tehlikeden nasibini almış bir filozof. III. Aleksandr’a karşı çıktığından sürgün ve hapis. Çocuğunun ileride kendinin “en büyük rüyası” tarafından yok edileceğini bilseydi “Halk İradesi” için savaşır mıydı, bilinmez. Harms, üniversitede “bilinç aşılayan etkinlikler”e katılmayınca okuldan atılmış. Hayatta olduğu gibi edebiyatta da farklı bir yol izlemiş. Avangart çalışmış, OBERIU’u kurmuş. 1930’dan sonra Stalin ve çevresinin kendi estetikleri, beğenileri, duymak istedikleri dışındaki sanatı reddedişiyle özellikle edebiyatta ortaya çıkan “Sosyal Realizm”, tam anlamıyla OBERIU’un sonu olmuş. Rejim gazetelerinin “Sınıf Düşmanı Edebiyat”, “İşçi Hâkimiyeti Hazımsızlığı”, “Zaum Soytarılığı” gibi haberleriyle edebî grubun toplantıları kötülenmiş; Harms ve iki grup arkadaşı sürgüne gönderilmiş. Beş yıla varan sürgün kamplarından sonra grup, yine bir araya gelse de eskisi gibi yayım fırsatı bulamamış. Bir de Harms için “Nazileri desteklediğine dair” asılsız ihbar mektupları ortaya çıkınca bu koca beden, 02 Şubat 1942’de Kresti Akıl Hastanesi’nde unutularak “açlıktan” ölmüş, Satürn’e yenilmiş. Bu da yetmezmiş gibi Harms’ın eserlerini 1978’e kadar Rus, 1990’ların başına kadar dünya halkı okuma fırsatı bulamamış.

            Rus Devrimi’ni başlatan Aurone Zırhlısı mürettebatının devrimden sonra “devrime ihanet” suçundan idam edilmesi, daha yakın coğrafyadan örneklere gelirsek İzmir Suikastı’ndaki yargılamalar, Çerkes Etthemler, Demirciler gibi siyasî birçok yenme olayı mevcuttur. “Danton’un Ölümü” varlığını hep koruyacak gibidir. Sanatta ise eserin kolay ölmeyeceğini bilen kural koyucular, bu hususta en etkili silahları “sansür”ü devreye sokar. Hemen her devrimci grupta görmeye alışık olduğumuz bu edebî kalıp insanlarına moderni, post-moderni, avangardı, deneyseli aşılamak oldukça güç hatta imkânsızdır. Bu insanlar, liderin “vardır bir bildiği” gölgesiyle sanat zevkini karartmışlar ve yeniyi deneyen insanı “karşı” olarak görmüşlerdir. Sadece 1980’li yılların dergilerinde ayrışılan “toplumcu” ve “bireyci” tartışmalarına bakarak bile ne söylemek istediğim anlaşılabilir. Bizim edebiyatımızda Enver Gökçe’den başka şair tanımayan, Fakir Baykurt ötesini okumayan bir belediye küratörüne Serkan Işın’lı, Gül Abus Semerci’li sergi sunamazsınız. Hâl böyle olunca da aynı siyasî görüşün paylaşıldığı nice beyin, edebî kafeslerle küstürülür, yok sayılır. Sanatta devrimin bu çağda sadece tırpanla geleceğini düşünerek havuzlu site içerisindeki evinden köy güzellemesi yapan yalan ütopyacıların da bana göre Stalin’in yakın eteğindeki “çok kralcı”lardan bir farkı yoktur.

            Sadece sansür ya da yok sayma olsa yine iyi, demeyeceğim ama en azından ufak kitlelerce kabul edilebilir mağdurlar. Bir de işin Harms’ın uğradığı tarzda iftiraya uğrama ve bu iftira neticesinde zarar görme tarafı var. Kutuplaştırma, ne yazık ki vazgeçemediğimiz bir eylem. “Benimle aynı zevklere sahip değilsen o zaman ötekilerdensin” anlayışı en küçük toplantılardan en büyük forumlara kadar şahit olduğumuz, duyduğumuz olgulardan. Mesela sendikanızın almış olduğu bir kararı sorgulamaya çalıştığınızda anında Troçkist ilan edilebilir hatta yargıççılık oynayan disiplin kuruluna sevk edilebilirsiniz. Olması mı, oldu, olmakta. “Balaban da iyi ressam ancak bu konuda Komet’in birkaç tablosu daha temaya yakın” dediği için “burjuva” olmakla suçlanan güzel kardeşim… Garip’i Halk Fırkası akımı, İkinci Yeni’yi 27 Mayısçı diye komple kapatıp aksi ihtiyarlık otoritesini Orwell’ın Napolyon’u gibi kullanan sanat diktasına karşı yapılabilecek şeyler sınırlı. “Hain” olmak istemiyorsan elbette ses çıkarmamak hakkındır ancak ilk önce her devrimin de “hainler(!)” tarafından canlandırıldığını unutmamak gerekir. Devrim gerçekleştiğinde de kendi hainlerini, düşmanlarını yaratmak zorunda kalan Kronos’a yenmemek için en azından boğaza takılacak olan ham ayva lokması olmak, sertleşmek gerekir. Ama sanatçının geneli (maalesef mi desem) naiflik sularında yüzdüğünden Harms gibi tek lokmalara üzülmekten, onları yıllar sonra sınırlı kaynaklarla anmaktan başka çare kalmamaktadır.

            Kırışmış notlarla ve faturalarla “devrim”in yediği bu insanı hatırlatmayı, onun cümleleriyle bitirelim: “Bu konuda daha da yazılacak bir şeyim kalmadı. Burada bitti.”

*KHARMS, Daniil, Ufak Tefek Olaylar, (Çev.: Osman Çakmakçı), Salyangoz Yayınları, 2006, İstanbul.

**HARMS, Daniil, Bugün Hiçbir Şey Yazmadım, (Çev.: Erdem Erinç), Everest Yayınları, 2018, İstanbul.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up