menu Menu
Zülfü Livaneli: Biz hikâye anlatan ve hikâye dinleyen bir yaratığız.
Yazar Hıdır Murat Doğan Edebiyat, Söyleşiler Haziran 25, 2023 7 dakikada okunur
Önce Sırrı Süreyya Önder: "Beynelmilel, bu ülkede yapılan ilk anti-militarist film." Sonra

Öncelikle Kaos Çocuk Parkı adına bir mücadele alanı olarak sanat ve edebiyata dair önemli bir yol haritası olacağını düşündüğüm bu söyleşi için çok teşekkür ederim.

-Belki klişe bir soru olacak ancak sizin düşüncenizi merak ediyoruz. Sanatçının ve/veya edebiyatçının çağımızda ne gibi bir sorumluluğu var?

İlk sorumluluk umutsuzluk aşılamamaktır… Bu durum, her gelen hastaya “Sen artık düzelmezsin kardeşim, git.” diyen bir doktora benzer. Meslek etiğine aykırıdır. Bizim de kamuoyu önünde yazan, çizen, besteleyen, söyleyen insanlar olarak, umutsuzluk yaymaya hakkımız yok. Bu bir nevi ahlaksızlık oluyor. O bakımdan biliyorum ki  birtakım kötümser yazarlar, birtakım karamsarlar yazarlar, hatta intiharı düşünen, teşvik eden yazarlar popüler oluyor. Ama o zaman yazmaya da gerek yok, intihar et, bitsin gitsin. Albert Camus’nün dediği gibi “İntihar etmek ya da etmemek, tek felsefi sorun bu.” Olabilir, Rus nihilistler de böyle düşünüyorlardı. Ama bizim Akdeniz ülkelerinde yaşam, dostluk, neşe her zaman vardır. Orhan Veli’ye bakın, Sait Faik’e, Yaşar Kemal’e, Orhan Kemal’e; bunlar ağız dolusu gülen adamlardı. Ve hayatı da gümbür gümbür yaşadılar.

-Endüstrileşmenin sanat ve edebiyatı kirlettiğini, bu bağlamda toplum üzerindeki gücünü kaybettiğini düşünüyor musunuz?

Tabii… Çünkü sanat ürünleri de ticari meta haline geldi bütün dünyada. Kapitalizm, maksimum kar, maksimum satış elde etmek istiyor. Hatta benim Amerika’da edebi temsilcim vardı. Random House gibi dünyanın en büyük yayınevinin de 30 yıl yöneticiliğini yapmış birisiydi. Emekliye ayrıldı, yerine Olivetti’den birisini getirdiler. New York Times bir söyleşisinde yeni müdüre, “Siz ne tip kitaplardan hoşlanırsınız?” diye sordu. Adam da dedi ki “Ben kitap falan okumam; kitap okuyan insanları kiralarım sadece. Ben iş adamıyım.” Bu tabii çok farklı bir anlayış. Sanat adı altında o kadar çok ürün çıkıyor ki kalitesiz… İnsanlara verilen, gençliğe verilen mesajlar da “Kendini sev. Sen bireyci ol! Hayatını kazan.” Doğru, herkesin yaşamı kıymetli  ama insanın dünyasının da hırstan ibaret olmaması lazım. Hırslar o kadar artırıldı ki, dünya bir türlü rahat edemiyor.

– Livaneli bizler için müziğin, edebiyatın, hatta sinemanın tutarlı bir politik duruşla harmanlandığı bir simgeyi ifade ediyor. Günümüzde ve yaşadığımız bu coğrafyada bu yükü taşımak kolay mı?

Sağolun, benim böyle bir iddiam da yok. Müzikte kendimi ifade ettim ama benim çocukluğumdan beri en büyük tutkum edebiyattı. Müzikle amatör olarak uğraşıyordum, tesadüfen müzik beni içine çekti. Dolayısıyla içimden gelen hikayeleri neden yazmayayım? Ben bu konuda cesur davrandım. Rahmetli Onat Kutlar arkadaşımız Türkiye’nin en iyi, en gelişmiş, en ince zevklerine sahip kişilerindendi. Müthiş bir hikaye yazarı olmasının yanı sıra sinemadan da çok iyi anlardı. Bir gün sinema ve film yapmak üzerine sohbet ediyoruz. Dedim ki” Onat, yapsana bir film. Senden iyi kim yapabilir?”.  “Yok, yapamam cesaret edemem, beni parçalarlar” dedi. O küçük aydın çevresi “ha şimdi de film mi yapıyor” derlerdi çünkü. Ben film yaparken de dediler biliyorum. Nasıl laflar çıktı.  Birçok alanda eser vermek zayıflatan bir şey sanıldı.  Oysa Doğu ve Batı medeniyetlerindeki birçok isme baktığımız zaman Nietszche, Ömer Hayyam gibi filozofların şair, müzisyen, hatta bilim insanı olduğunu görürüz. Platon da şiir yazmıştır.  Ayrıca meslekler saymak marifet değil. Politikacı, diplomat, milletvekili, müzisyen, senarist, yazar vs. O zaman Yahya Kemal’i örnek alalım. Yahya Kemal şair ama aynı zamanda Madrid Büyükelçimiz değil miydi? Fikir yazıları da vardı, milletvekili de oldu.  Ona şair, denemeci, diplomat, politikacı, düşünür mü diyeceğiz?

Kendi alanlarında bir yere gelmiş insanlar büyük bir kıskançlıkla o konumu korumak isterler. Kendilerini riske atmazlar. Bense kendimi uçuruma fırlatmaya pek meraklıyım. Sık sık yaparım bunu, içimden öyle gelir. Ama uçuruma aşıkolanın kanatları olmalı tabii.

-Yazdıklarınız birbirinden bağımsız birer hikâye temeline dayansa da çağımıza veya sizin düşünsel dünyanıza dair bir mesaj taşıdığını, kurgularınızın toplumsallık kaygısı taşıdığını düşünüyor musunuz?

Edebiyat kurtarıcıdır. En azından benim hayatımı kurtarmıştır. Birçok insanın da hayatını kurtardığını biliyorum. Edebiyat olmazsa olmaz.. Edebiyat dediğimiz zaman içine, destanları, epopeleri hepsini koyalım. Destanı olmayan halk yok. Homerosu, Dede Korkut’u biliyoruz tabi ama Finlilerin Kalevala destanı, Çerkezlerin Nart destanını, Kürt destanlarını biliyor muyuz? Kırgızların Manas destanı 1 milyon dizeden oluşuyor. Müthiş bir şey.  Kısacası insan hikayesiz, söz sanatsız yaşayamıyor. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa hikayeler aktarılıyor. Bu da bence insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi. Biz hikaye anlatan ve hikaye dinleyen bir yaratığız.

– Toplum olarak “Okumuyoruz” olarak nitelendirilen bir yazınsal profilimiz var. “Okumayan” kesimi bir kenara bırakacak olursak rakamsal olarak okuyan kesimin yazılanların niteliğe değer verdiğine, yayıncılar noktasında ise adil bir yayın politikası izlendiğine inanıyor musunuz?

Bizim ülkemizin bu konuda bir farkı var. Mesleğimiz gereği tüm dünyayı, gelişmeleri takip ediyoruz. New York Times’ın çok satanlar listesine bakın. Bir tane edebiyat ismi göremezsiniz. Aynı şey Almanya ve Fransa’da da geçerlidir. Türkiye’de öyle değil. Dünyadaki tüm yayıncılarımla ülkemizin çok satanlar listesini paylaştım. Her zaman Sabahattin Ali, Saramago, Zweig, Sait Faik, Orwell ve de Türkiyenin önemli yazarlarının hepsi olur. Kitap rafa çıkınca beğenilirse devam ediyor, beğenilmezse sönüyor, gidiyor. Biz gerçekten çok özel bir okur kitlesine sahibiz. Dünyada anlatıyorum, şaşırıyor insanlar. Bizim içimizde çok gelişmiş bir Avrupa ülkesi var. Öyle düşünün.  Ne var ki dünyada da Türkiye’de de yetenekli bir yeni yazarın adını duyurması çok zor. Okurlar genellikle bildikleri yazarlara yoğunlaşıyor. Bunu aşmamız gerekiyor.

Borges der bunu çok da doğru söyler. “Dünya o kadar güzel okunacak kitaplarla dolu ki, eğer bir kitap kendini okutamıyorsa bırakın, vakit kaybetmeyin” der. Aynı fikirdeyim. Yazarın birinci meselesi okutmaktır. Maharet eksikliği var. Peki ne maharetin var? Dil mi? Konu mu? Kurgu mu? Hayır anlamazsınız. Bu yüksek edebiyat. Böyle bir şey olamaz. Dostoyevsk’yi anlayan okur her yazarı anlayabilir.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up