menu Menu
Sırrı Süreyya Önder: "Beynelmilel, bu ülkede yapılan ilk anti-militarist film."
Yazar Mesut Kara Kültür-Sanat, Sinema, Söyleşiler Mayıs 10, 2023 8 dakikada okunur
Zülfü Livaneli: Biz hikâye anlatan ve hikâye dinleyen bir yaratığız. Önce Kardeş Türküler: "Şu göçler, göçmenler çağında huzurlu bir yer bulmak iyice güçleşiyor." Sonra

Sırrı Süreyya Önder Beynelmilel öncesinde neler yapıyordu?

1962 Adıyaman doğumluyum. Sosyalist gelenekten gelen bir ailenin çocuğuyum. Babam, eski Türkiye İşçi Partisi il başkanlarından. Böyle bir aileden olunca da doğar doğmaz bu havayı soluyorsunuz. Fakir bir ailenin çocuğuydum. Babam 8 yaşındayken öldü. Giderek siyasal yapılar içerisinde yer almaya başladım. İlk olarak Adıyaman’da Maraş olaylarını protesto ederken gözaltına alındım. Daha sonra Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi’ni kazandım. Bu dönem 1979-80 yıllarıydı ve toplumsal hareketlerin en yoğun olduğu bir dönemdi. 12 Eylül darbesi ile cezaevine girdim ve 12 yıl ceza aldım. 12 Eylül bizim ekonomik yaşantımızı da etkilemiş ve darbe vurmuştu. Örneğin ömür boyu kamu hizmetlerinden faydalanamamak gibi. İstanbul’a gelerek çeşitli işlerde çalıştım. İşe kamyon şoförlüğü ile başladım. Kendim bir şeyler yapmaya çalıştım. Yurtdışına çıkmak zorunda kaldım. Oralarda işçi olarak çalıştım. Bu süreler içinde elden bırakmadığım tek etkinlik okuma, yazma ve sinemaydı. Daha sonra yazdıklarımı bir senaryo tekniği ile daha iyi yapabileceğim duygusu geldi. Barış Pirhasan’a öğrenci oldum. Daha sonra da Beynelmilel çıktı.

Proje nasıl oluştu?

Beynelmilel aslında bir romandı. “O tozlar bu çamurları getirdi” adlı bir çalışmamdı. Bu ülkenin 1915’lerde başlayıp 2000’lere kadar gelen, neredeyse 100 yıllık bir panoramasıydı. Bir kent ya da bir bölge üzerinde bu ülkenin ve insanlığın macerasını sorgulayan ve didikleyen bir romandır. Ben de onun son bölümünü senaryolaştırdım. Bunu oluşturan dört ana unsurdan birisi ve sonuncusudur, Beynelmilel.

Beynelmilel 12 Eylül’le bir hesaplaşma filmi mi?

Hayır, öyle değil. Ben onu hiç öyle tasarlamadım. Beynelmilel, içinden 12 Eylül geçen bir film. Ama şunu söyleyebilirim ki bu ülkede yapılan ilk anti-militarist film. Sözünü sakınmadan cümle kurabilen bir filmdir. Filmin girişine 1982 değil de başka bir tarih de yazsanız bu ülkenin siyasal tarihinde, herhangi bir dönemde de geçebilecek bir hikâyedir. 12 Eylül ile hesaplaşma demek bu film için çok iddialı olur. Ama kışla mantığıyla bir hesaplaşma filmdir.

Darbelerin toplumda yarattığı etkiyi, toplumsal yansımalarını izledik filmde…

Şüphesiz. Zaten bunu vermeseniz eksik bir çalışma olur ya da bunu ne üzerinden vereceksiniz. Bunu yapanların meseleye yaklaşım biçimleri, halkın bu değirmene su taşımaya gönüllü oluşu, zorlayıcı havuç sopa ilişkisi, günlük hayata müdahale ediş şifreleri, sıradan insanın bu durum karşısında refleksleri gibi tümünü irdelemeye çalışan bir filmdir.

12 Eylül’de çok kişi ağır bedeller ödedi. Bunların arasında siz de vardınız. Bir hesaplaşma filmi de yapmayı planlıyor musunuz?

Bunun aslında daha farklı spot başlıklar altında yapılması gerektiğine inanıyorum. Siz bir zihniyeti teşhir ederseniz bunun mikro ölçekteki uygulamalarının pek de bir önemi kalmaz. Anti-faşist, anti-militarist bir film yaparsınız, bu da aspirin gibi her döneme uyar. 12 Eylül cezaevlerinin durumlarını anlatan bir dönem filmi düşünüyorum.

12 Eylül’ün bunca yayılan toplumsal yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

12 Eylül’ü, diğer askeri darbelerden ayıran en büyük özelliği şunlardır. Diğer askeri darbeler bir toplum mühendisliği yapamadılar. 12 Eylül, ABD’nin devreye koyduğu ve hâlâ sıkıntılarını yaşadığımız bir planın ilk adımıydı. Kalıcı olması için de ne gerekiyorsa yapıldı. Anayasa’daki ‘12 Eylül hukukunun değiştirilmesi teklif bile edilemez’in maddeler arasına alınması, anayasal durum haline getirilen YÖK, Milli Güvenlik Kurulu ve benzeri uzantıları ile bu toplum topyekûn ve sürgit cunta hukuku ile yaşamaya mahkûm edilmiştir. Sol ve emekten yana olan güçler 12 Eylül’le birlikte çok ağır bir tırpan yediler. Bununla kalmayıp çok ağır zulme maruz kaldılar. Bunların siyaset yapma yasallığı ortadan kaldırıldı. Bu da kalıcılığını sağlayan diğer bir unsur. Artık bir direniş kalmayınca da bu faşizm iliğine kemiğine sindi bu ülkenin. Öyle de devam ediyor.

Toplum mühendisliğiyle toplumsal dayanışma yok edildi, yeni bir insan tipi, yeni bir kültür yaratıldı? Hırslı, bencil, çıkarcı…

Bunu sadece 12 Eylül’e de bağlamamak lazım. Dünyadaki sosyalist bloğun uğradığı sıkıntılar ve dayatılan para politikalarıyla emperyalizmin, küreselleşme adı altında dayattığı tekelcilik aslında öldürücü bir tekelciliktir. Bu anlamda Türkiye, dünyadaki bir meselenin parçasıdır. Ama Türkiye’de haddinden fazla bir gayret benimsendi. İnsanların başkalarının derdiyle de dertlenebilmeleri, yaşadıkları çağa, ülkeye, toprağa, insana karşı sorumluluk duyma bilinçleri ellerinden alındı. Böyle olunca da o bencillik denilen çirkin şeyi insanlara kabul ettirmek çok daha kolay oldu.

Gevendelere üniforma giydirildiğinde yaşanan değişim de böyle bir sürecin sonucu…

Gerçek hayatta aranıyordum. Memlekete gizlice gitmiştim. O zaman gevendelere üniforma giydirip bandocu yaptıklarını görmüştüm. O zamana kadar Adıyaman’da hafif tecrit edilmişlerdi. Kimse gevendelerden kız alıp, vermez, düğünden, eğlenceden başka zamanlarda hatırlanmazlardı. Üniformayı giydikten sonra kendileri ile bu üniforma üzerinden hesaplaşmaya başladılar. Kendilerini bu cuntanın bir uzantısı gibi hissediyorlardı. Bunu yalnız onlarla sınırlandırmak da olmaz. Zabıtalardan tutun da ormancılara kadar ne kadar meslek erbabı varsa, o üniformanın temsil ettiği militarist güç sahibi gibi davrandı. Kendi yoksulluğundaki insanları ezmeye dönük, o insanın içindeki kötüye dönük, çirkinliğe dönük bir işlem görmüştü üniforma. Bu bana kişisel anlamda çok acı veren bir şeydi.

12 Eylül’ün toplumsal etkileri sinemaya nasıl yansıdı?

12 Eylül’den sonra sinema perişan bir hal aldı. 900 küsur film yasaklanmış. Bu rakamın korkunçluğu ve büyüklüğü yılda 10-15 film yapmamızı temel alırsan ortaya çıkıyor. Filmleri yasaklanan bu sinemacılar bizim ülkemizde sosyalist havuzdan beslenen insanlar ve önemli sinemacılarımızdı. Fakat 12 Eylül’ün getirdiği o baskıcı dönemden sinemacılar da çok nasiplendiler. Şerif Gören, Yılmaz Güney gibi bir sürü sinemacı işkenceden geçti. Cezaevlerinde kaldı. Geriye kalanlardan önemli bir kısmı bugün başımıza bela olan bu dizi akımının ilk adımlarını attılar. İçinde dert olmayan, köşklerde, plajlarda geçen filmler yaptılar. O yeni insan tipini dayatan kadını ve cinselliği çirkin bir meta anlayışla insanların gözüne sokan filmler yaptılar. Duyarlı sinemacılar ise bu arada iş bulamadılar. Açlıkla karşı karşıya kaldılar. Tam anlamıyla bir açlık. Bunların içinde dayananlar da oldu dayanamayanlar da. Öbür guruba dâhil olanlar bile oldu. Sinema bayağı talihsiz etkilendi. Yüz akı bir performans veremedi. Birkaç onurlu sinema adamı belki çıktı.

80’li yıllarda bireyin içsel arayışına yöneldi sinema…

Onların bireyi arama filmlerinde bile bir duyarlılık, bir ortak fayda, bir kaygı görmek mümkün. Benim bahsettiğim ise daha alt, daha çirkin örnekler. Bireyin arayışına yönelmeleri, ülkedeki, o dönemde dünyadaki konjonktürün de bir dayatmasıydı. Bir şekilde bununla da hesaplaşacak sinemacıların olması da kaçınılmazdı. Çok da vahim işler yapılmamıştır. Hatta o alanda da çok muteber ürünler verildiğini düşünüyorum.

Peki, 12 Eylül’le ilgili filmler 12 Eylül’e nasıl yaklaştı?

Baştan tedirgin yaklaştı, kenarından köşesinden. Bir kere ordu ile ‘al-ver’e girmeyen bir film bir 12 Eylül filmi olarak sayılamaz. Ben kendiminkini nereye koyduğumu söyledim. Biraz ‘Ortada kuyu var, yandan geç’ misali. Kesinlikle bunu küçümsemek amaçlı söylemiyorum. Biraz şartların ve dayatmaların sonucuydu bu. Bugünden bakınca ahkâm kesmek kolay. Ama onları yaparken ne tedirginlikler yaşadıklarını, hangi devrelerden geçirilmeye çalıştıklarını o konjonktürle değerlendirmek lazım. Belki şundan ötürü sorumlu tutulabilirler. Biraz sinemasal zekâ daha fazla şeyi anlatmaya yeterdi. Belki de bu aranabilirdi. Ama bunun dışında yapılan işlerin tümü saygıdeğer işlerdir.

Cesur çıkışlar dediğiniz filmler var mı?

Ömer Uğur’un işi bana göre cesaret anlamında gerçekten sakınmasız bir çalışma. Bu konuda en doğru ve cesur işlerden biridir.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up