menu Menu
Devrimci Sempatizan Küçük İskender
Yazar Halim Şafak Edebiyat, Eleştiri Mayıs 10, 2023 21 dakikada okunur
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler* Önce Satürn tipi sanatın tek lokmalık çocukları Sonra

“Bir de başka türden bir sanat eseri vardır ki, özünde saldırgan ve ateşlidir… sanat eseri devrime hizmet edemez, ayrıca benim fikrimce her tür değeri ve otoriteyi reddeder.  Devrimin görevi kendi karşıtlarını cesaretlendirmektir, yani sanat eserlerini.”

                                                                       Jean Genet

(Aktaran: F.Lentricchia & J. McAuliffe, Katiller, Sanatçılar ve Teröristler, çeviri: Barış Yıldırım, Ayrıntı,2004)

“küçük İskender’in diğer sıkıntıları:

Yeryüzü

Yeryüzü

Yeryüzü

Yâr yüzü!”

küçük İskender

(,Alp Krizi,1999)

“Devrim”, “devrimci”, “devrimci sempatizan” son tahlilde politik bir durum gibi görünse de sanatsal boyutu bünyesinde her zaman bulundurmuştur. Hatta biraz daha ileri gidip ihtiyatla da olsa devrim düşüncesi ve devrimci özne özellikle kapitalizm ve onun türevleri karşısında her zaman kültür/sanat/edebiyatın konusu olmuş eylem olarak şair, yazar ve sanatçıları etkilemiş ve kültür/sanat/ edebiyat pratiklerinde karşılık bulmuştur. Kültür/ sanat /edebiyat akım ve pratiklerine bakılarak bu öne sürülebilir ve savunulabilir.

Kuşkusuz politika özelinde bunun otorite ve iktidarı değiştirme, radikal biçimde yıkma talebi olarak algılanması (Burada Adnan Satıcı’nın “iktidar olmak için yazıyorum”,  Ahmet Erhan’ın “mekânınız işçi partisi olsun” demesi kadar Gökhan Cengizhan’ın oldukça yüksek bir sesle ‘sanatın partisi olur’ tespiti ve dayatması önemli bir sorunsa da.) ve bunun özellikle bağlanmadan yana şair, yazar, sanatçı üzerindeki olumsuz kabul edilebilecek sanatsal ve edebi etkisi ayrı bir tartışma konusu ise de burada esas olan politik olanda fazla bir karşılık aramadan John Holloway’ın sözünü ettiği iktidar olmadan dünyayı değiştirme arzusu kadar şair ve yazara yönelik “devrimci sempatizan”ı tartışmak için oldukça açıklayıcı bir durumdur.

Bunun verili ve otoriter özellikleri olan devrimci düşüncenin ve daha çok eylemin tersine bütün otoriteleri ve kurumları reddetme gibi bir anlamı baştan sahipleneceği ve savunacağı ise bellidir. Kaldı ki John Holloway’ın balkonunda dans eden, saksıda çiçek yetiştiren insanları da devrimci bulmalıyız demesi karşısında devrimci sempatizanlık tartışması kendini zaten çoktan genişletmiş ve ilerletmiş epeyi bir kişi ve kesimi buna dâhil etmiştir.  Devrim ve devrimci özne politik olduğu kadar sanatsal bir olgu ve durum haline gelmiştir diyebiliriz.

Burada önemli olan Todd May’ın canlandırma ve David Harvey’in inşa dediği şey ve Alain Touraine’in sözünü ettiği kişisel hayat tasarımıdır. Bu hayatın devrimci bulmamızı gerektiren asıl etken ise kendini bugünde ve bugüne rağmen, bugünün içinde şimdi gerçekleşiyor, yaşanıyor olmasıdır. Bir bakıma hayat tasarımının daha çok ya da hayat kadar kültür/sanat/edebiyatta karşılık bulmasıdır ve küçük İskender’in “şiire iltica ettik” demesini de bu temelde değerlendirmek gerekir. Bunun tarih içinde kültür/ sanat/ edebiyatta karşılıkları ya da bu temelde etkileri, yansımaları muhakkak olmuştur, vardır.

Otoriteyle genelde reddetme ve itiraz etme temelli bir ilişki geliştiren Halk Şiiri kadar başka insan cinsleri ve onların aşklarını (erkek erkeğe, kadın kadına, kadın ve erkek ya da başka bir biçimde)   işleyen (Bu dediğim anlatılanlara bakılırsa çoğu Divan şairi için hayatta karşılıkları olan bir şeydir hatta yaşama biçimidir ama otoriteyle kurdukları ilişki ve biçimsel olan bunu ne yazık ki biraz geride tutmuş öne çıkmasına pek izin vermemiştir.) Divan Şiiri’nde de bu izlekten dolayı erillik ve onun belirlediği dünya karşısında en azından cinsel temelde devrimci bulunabilecek, öyle değerlendirilebilecek öğeler/e rastlanabilir/bulunabilir. Şiirin genelde hiç olmazsa bu temelde örtük, imalı, gizli ya da değil izlekler ve arzular bulundurduğunu yazabiliriz.

Şiirin bu durumu durum tabii verili olan karşısında her zaman sorun olmuş ve ona karşı mücadele haline de gelmiştir. Bu noktada Marguerite Yourcenar’ın cinselliği daha doğrusu müstehcenliği bir sarsma tekniği olarak kabul etmesi bir yana ifade özgürlüğü olarak kabul etmesinin de altını mutlaka çizmeliyiz.  Buysa cinsellikle şiir ya da yazı arasında (özgürlük ve ifade etme temelli) insan cinsleri üstünden bir ilişki kurmamızı da kesinlikle sağlar. (Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı, çeviri: Sosi Dolanoğlu, Metis, 1996)

Aynı şekilde daha çok şiire yönelik olsa da Garip Şiiri, İkinci Yeni, sosyalist gerçekçi şiir için kimi zaman şairlere de bakarak daha çok şiir temelinde benzer değerlendirmelerde bulunabiliriz. Benzer bir durum kuşkusuz dünya şiiri (Dada, Beat Kuşağı, Modern Şiir…)  için de geçerlidir. Ne var ki hiçbir aşk ilişkisinde eşitlik pek söz konusu olmadığından buradaki iktidar tartışmasının da hatırda tutulması gerekiyor. Bu yüzden eşitliği gündelik hayatta tam bir karşılık bulamamış bir talep olarak kabul etmek zorunda kalabiliriz.

Bu yazı çerçevesinde küçük İskender’in yazıp söylediklerine bakarak erkek-erkeğe aşkı öncelemek gerektiği düşüncesindeyim. Erkek şairle başka bir erkek arasındaki aşk ilişkisi de cinsel temelli olsun olmasın eşitlik ilişkisi değildir. Ama söz konusu aşk buna rağmen Oscar Wilde’ın belirttiği gibi bırakalım geçmişi bugün bile “adının geçmesine cüret edilemeyen” bir aşktır. (Aktaran: küçük İskender,  ‘,alp krizi, Çalıntı, Aralık 1999)  küçük İskender hayatı kadar şiiri ve yazısı boyunca buna cüret edebildiği için şiir, öykü, roman ve yazıları bünyesinde devrimci özellikler bulundururken şiir yazanı da ister istemez devrimci yapmıştır.

Bu aşk tabii yine Oscar Wilde’ın belirttiği gibi “daha büyük bir erkeğin kendisinden daha genç bir erkeğe duyduğu” büyük bir sevgidir. Kaldı ki eşcinsel aşk akranlardan çok büyük erkekle/kadınla ondan küçük erkek/kadın arasında geçen bir duygu ve yaşama halidir. Ece Ayhan’ın da, küçük İskender’in de şiirindeki “oğlan” vurgusu da kendinden genç olana yönelik bir vurgudur.

Oscar Wilde bu aşkın temel özelliğini de belirtmiştir: “ Entelektüel bir sevgidir. Ve sürekli olarak, daha büyük ve daha genç bir erkek arasında gelişir. Büyük erkeğin entelekti vardır, genç erkeğin de önünde, yaşamın tüm neşesi, umudu ve görkemi vardır.”.

küçük İskender özelinde konuşursak entelektüel olanın iktidarı temsil ettiğini ve aynı entelektüelin o iktidara hem hayatta (uğradığı şiddete ve linç girişimlerine rağmen) hem de şiirde saldırdığını, yıkmaya çalıştığını hatta şiiri ve yazıyı bunun alanı haline getirdiğini iddia edebiliriz. Bu noktada entelektüelin hayatta bir eşitlik geliştirip geliştirmeyeceği ve bunu bir yaşama biçimi haline getirip getiremeyeceği sorusunu ne yazık ki ve ihtiyatla hayır diye yanıtlamak zorunda kalabiliriz.

Bu şiir yazanın hem hayatını hem de şiirini otoriteden ve iktidardan kurtulma ve ona karşı direnme, itiraz etme alanı haline getirebilir ve çoktan da getirmiştir. küçük İskender’in buradaki durumu anti-otoriter düşüncenin öne sürdüğü “doğal otorite” ile açıklanabilir mi bundan da pek emin olduğumu ve bu konuda net bir yanıtım olduğumu söyleyemem.

Dünya, tarihi boyunca verili ahlak ve onun türevleri tarafından kuşatılmıştır. Günümüz şiiri açısından konuşursak bu kuşatmayı ancak ve yalnızca, hala şiir kırabilir saptaması ister istemez burada öne çıkıyor. (Kuşatmayı ancak terörist kırabilir. F.Lentricchia & J. McAuliffe) Bunun insanın yaşadığı sürece sürdürmesi mümkün bir yaşama ve birlikte olma kadar ötekinin kendini hayatta tutma ve bir “biz” oluşturma mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz.

Tam da burada küçük İskender’in “,alp krizi”nin sonunda sıkıntı diye belirttiği “yeryüzü” ve “yâr” üstüne düşünmekte yarar var. Yeryüzü “yâr” kadar başka canlıların yaşadığı, yaşamaya çalıştığı yerdir ve kaotik bir düzene düzensizliğe sahiptir. İskender’in “yâr” ile “yeryüzü” arasında kurduğu ilişki ikisini birlikte düşünmemizi izin verdiği kadar ikisi arasında geçişler yapmamıza ve ikisini verili olan karşı savunmamıza ve bunun için mücadele etmemize de izin verir. Buysa sözcüğün tam anlamıyla “bugün” ve “şimdi” talebidir ki ikisi de öneri olarak yeterince devrimci ve kışkırtıcıdır.

küçük İskender gibi uç ve aşırı bir örneği ayrıca değerlendirmek ve tartışma konusu etmenin insan cinsleri ve aşk üstünden ilerlemesi ve oradan yeryüzüne yönelmesi baştan öngörülebilir bir şeydir.  Çünkü “yâr”la kurulan ilişki aynı zamanda dünya dediğimiz yeryüzü ile her anlamda kurulan ve önerilen bir ilişki ve kaotik olduğu kadar “öngörülemez” ve “ele geçirilemez” bir biçimdir.

Aşk ya da cinsel aşk burada dünyayı anlama ve ona itiraz etme anlamına da gelirken (aşk burada aynı zamanda bugünde gerçekleşmesi ve şimdi yaşanması istenen bir dünya talebidir de.) bir uçtan da günümüz dünyasına bağlı olarak politik bir anlamı da baştan yüklenir. Kaldı ki küçük İskender’in hem kendine hem de şiirine geçmiş olarak anladığı belli dünya şiiri, Beat Kuşağı, İkinci Yeni, sol ama daha çok anti-otoriter temelli devrimci düşünce, yeraltı hayatı kadar şiir akımları ve şiir gelenekleri ve tabii dünya edebiyatı (Marki de Sade, Sacher Mazoch, Georges Bataille, Jean Genet…) hem hayatına hem de şiirine yönelik düşünsel ve hayati bir arkaplan oluşturur.

Ama bunun küçük İskender ve şiiri dâhil daha çok eril bir şey olduğunu baştan bilmeli ve kabul etmeliyiz. Çünkü devrimci erildir devrimcilik de aynı zamanda bir erillik biçimidir. Emma Goldman gibi örneklerin bunu tersine çevirmeye çalışmalarına rağmen böyledir. Kaldı ki feminist mücadelenin öznemleri de ister istemez az ya da çok bu erilliğin içinde olmuşlar feminizmi kendine dâhil etmiş bir erillik biçimi üretmişler ya da buna neden olmuşlar ve bu yazdıkları kadar hayatlarına da yansımıştır, etkilemiştir.

Kaldı ki bu erillik bir ucuyla erkeklerin dünyasında varolma biçimi olduğu kadar tartışmalı bir biçimde ona direnmenin de yollarından biridir. Ki insan cinsleri içinde kendini çoğu zaman göstermekte ve ifade etmekte zorluk çekmeyen ve hayata da yansıyan erillik de bununla ilgilidir. Bu duruma erkeklerin gösterdiği iki yanlı (şehvetle yatma-şehvetle öldürme) ilgi ise başka bir tartışma konusudur.

İnsan cinsleri için bu karşılığın bugüne kadar oluşturulup ve dayatmayı geçip biçim haline geleni reddetmek ve yerine başka bir şey koyma ve yaşama anlamına geleceği söylenmelidir. Çünkü bu sözcüğün tam anlamıyla hem hayati hem de edebi bir saldırı ve ihlal etmedir. Bu da Baha Tevfik’in “edebiyat katiyyen muzırdır.” Demesiyle son derece uyumlu bir durumdur. Muzırlığı da gündelik hayatta bir biçimde var olduğu halde reddedilen sözcükler oluşturur.

Crispin Sartwel de edepsizliği oluşturan her türlü sözcük bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir derken (Edepsizlik, anarşi ve gerçeklik)  benzer bir noktada durur. Jean Genet’ye göreyse eğer bu sözcükler varsa ve kamusal alandan kazınmak isteniyorsa muhakkak kullanmak gerekir. (Açık Toplum) Kaldı ki Georges Bataille’ya göre de insan bir atıktır, insan vücudunun kurtulmak istediği bir şeydir. (Erotizm) Üstelik “Dünya erdem ve güzellik kadar sidik ve bokla birlikte vardır.”. (Crispin Sartwell, Age.) Tao’nun “’en yüce’ olan, en bayağı olandadır.” Demesini de unutmayalım. (Aktaran: Crispin Sartwell, Age.) Bunun bedeni cinsellik ya da başka bir yolla dünyaya açma anlamına geleceği bunun da fazlasıyla değerli bir deneyim olacağı/olduğu unutulmamalıdır. Bunun için “ihlal etmeliyiz, ve kendimizin ihlal edilmesine izin vermeliyiz.” (Crispin Sartwell, Age.) küçük İskender de ne kadar bir başkasının bedenini ihlal etmişse bir o kadar da kendi bedeninin ihlal edilmesine izin vermiştir.

Başa dönersek burada devrimci olan İskender’in yoğun imgeselliğe (Bu da az biraz gizlenme ve gizleme ile ilgili olduğu kadar gizlilikle yaşama arzusunun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Çünkü görsel dünyadan önce yazılıp söyleneni saymazsak cinselliğin her türlü biçimi pornografi dâhil gizlilikle yaşanan bir şeydir. ) rağmen muzırlıktır, müstehcenliktir. Kendini pornografiye ve onun şiddetine açmış bir erotizmdir.

Tıpkı Can Yücel Örneğinde olduğu gibi edebe ve onun estetiğine dâhil edilmiş hatta onu belirlemesine razılık gösterilmiş edepsizlik, düzensizlik başka bir deyişle müstehcenlik çoktan öncelenmiş hem hayatı hem de şiiri belirlemesine tam bir bilinçle izin verilmiş hatta bu tam bir aşırılıkla bilinç olarak alınmıştır. küçük İskender’in yaşadığı müddetçe algı bozuculara bir deneyim olarak ilgisi de bu çerçevede ele alınmalıdır.

Hatta biraz daha ileri gidip küçük İskender bunu hayatı olarak yaşamış ve onun şiirine iltica etmesine izin vermiş halini yazmıştır diyebiliriz. Aşkı ya da cinsel aşkı önceleyen ama ordan da dünyaya ve bütün sorunlarına yönelen ve bu temelde toplumsal özellikleri de bünyesine alıp bir saldırı ve ihlal eylemi başlatan bir şiirin F.Lentricchia & J. McAuliffe’in sözünü ettiği “edebi terör” eylemi içinde değerlendirilmesi ise tabii mümkündür.

Bu noktada İskender’in yazıp söylediğini popüler kültür içinde değerlendirilmesi gerektiğini söylemesi kadar Ahmet Oktay’ın İskender’deki magazinel boyuta dikkat çekmesi şairin yazıp söylediğinin ve hayatının oluşturduğu karşısında tartışılması gereken bir durum olsa da yansımaları ve yol açtıkları (neredeyse merkezinde İskender’in olduğu ama çoktan dağılmış bir cemaatin oluşması) düşünüldüğünde bu biraz olsun geride tutulabilir. Aynı şekilde şiirde ya da yazıda kendini gösteren mükerrerlik ise doğrudan bir tekrar etme olmayıp yaşama ile ilgilidir. Bir bakıma tekrar etme Ahmet Ada gibi birkaç örneği geçerek belirtirsek bilinç olarak alındığında diretme olarak anlanmaya ve öyle kabul edilmeye sonuna kadar açıktır.

Kaldı ki bugün öyle bir dünyanın daha ilerisine gidildiğini söylememiz mümkünse de yeraltı edebiyatının ve anti-otoriter düşüncenin şairlerin hem hayatı hem de şiirleri üstünde etkili olduğu bir süreçte bugünün dünyasını belirleyen tüketim kültürü karşısında etkili olmayı sürdürdüğü bile söylenebilir.

Kuşkusuz Ahmet Oktay’ın yeraltı edebiyatını Amerika’dan dünyaya yayıldığına ve emperyalizmle ilgisine dikkat çekmesi burada bir ihtiyatı zorunlu bir hale getirse de İskender’in dönem içinde oluşturduğuna bakarak söz konusu edebiyatın hem hayati hem de edebi olarak bir karşılığa, reddetmeye ve yıkmaya ve iki taraflı bir ihlal etmeye katkıda bulunduğunu yazabiliriz.

Kaldı ki hayati olanın bugün yaşadığımız teknolojik dünyanın bir sonucu olarak pornografiyi geçip faşizme doğru gittiğini ve cinsel şiddeti tam bir biçim olarak benimsediğini düşünürsek bu ihtiyatı fazlasıyla ciddiyle alabiliriz. Bununla da kalmayıp bugüne bakarak sınırları ihlal edici hiçbir sanatsal edim mümkün olamaz deyip tartışmayı da hemencecik bitirebiliriz. (F.Lentricchia & J. McAuliffe)

küçük İskender yazıp söylediğiyle hatta yapıp ettiğiyle popüler kültür içinde hatırı sayılır bir yer edinmiş ya da onun ilgisini çekmiş, oraya yerleştirilmişse de F.Lentricchia &J. McAuliffe’in belirttiği türden bir metalaştırma (sınırları ihlal eden sanatçı, kültürün onu metalaştırma ihtiyacı karşısında hep isyan halindedir. (Katiller, sanatçılar ve Teröristler).  Bu isyanın asıl öncelediği bu oluşturulanı yıkma ve o yıkılmak istenenin içinde ya da üstünde arzu temelli ve sonuna kadar ihlal etmeye ve edilmeye eğilimli bir hayat yaşamadır.

Böyle bir dünyada arzu önceliklidir ve aklın önüne çoktan geçmiş hem insan bedenini hem de zihnini ele geçirmiştir. Norbert Ellias’ın uygarlıkla birlikte içgüdülerinin gemlendiğini söylediği insan canlısı bugün içinde arzuların belirlediği bir hayata yönelmiş onu bir biçimde yaşamaya koyulmuştur ama bir yandan da tehlikeli ve vahim bir biçimde bu hayat teknolojikleştirmiştir. Cladue Springer’in ‘elektronik eros’u , Ballard’ın ‘çarpışma’sı buna ilişkin önemli çalışma ve romanlardır. İki kitap en sonunda bizi tekno-erotizmi ve onun şiddetini tartışmaya kadar götürmüştür.

Böylelikle de suç olduğu baştan belirtilen ve dayatılan hatta kabul edilen arzu tekno-dünyaya rağmen kendini özgürleştirmeyi ve yaşamayı şiir yazan çoktan yaşamış ne var ne yok hepsini ihlal etmiş ya da hepsine saldırmıştır. Sanat yapıtı açısından düşünürsek söylenecek olanı Jean Genet’in çevirmeni Bernard Frechtman çoktan söylemiştir: “Gerçekten orijinal bir sanat eseri her zaman için bir saldırıdır. “ ve bu da ister istemez hem insan bedenine hem de dünyaya dönük bir şiddet arzusunu, güdüsünü ortaya çıkarabilir. (Aktaran: F. Lentricchia & J. McAuliffe)

İşte küçük İskender’in “ben bir devrimciyim” diye bir dize yazdıktan sonra şiirin sonunu “götümde yetmiş beş yarak yarası” (sayıyı tam hatırlamıyorum, zihnimde yetmiş beş olarak kalmış.) dizesi ile getirmesi fazlasıyla ironik bir şey olmasına karşın cinsel hayatının ve onun yaşattığı ve çoğunlukla ayrılıkla sonuçlanan aşklarının anlamını tam bir aşırılıkla şiirde ifade etmiş de olmaktadır.

Kuşkusuz burada “devrimci”, “yarak” ve “yara” sözcüklerinin yan yana getirilmesi öylesine ya da rastgele yapılmış bir şey de değildir. Bu dizeler bir yandan şiddet haline gelmesi mümkün ya da o tür belirtileri her zaman bünyesinde bulunduran cinseli acı ile haz arasındaki hazzı unutmadan yüksek sesle nerdeyse belirtip dizeyi slogan haline getirirken erilliğe eğilimli ya da eril devrimciliği de ironiye dâhil ederek dünya edebiyatında söylenmiş ama bizde yeni sayılabilecek bir devrimci tipini de hem somutlaştırmış hem de belirtmiş olmaktadır.

Buraya kadar belirtilenlerin ışığında ifade etmeye çalışırsak hayatını bizimle , ”biz”le  yaşamaya çalışan, yaşayan ve bunun şiirini yazan küçük İskender anti-otoriter yani yıktığının, yıkmak isteğinin yerine bir şey koymayı reddeden bir devrimci ancak olabilir. küçük İskender yaşadığı müddetçe hem kendi hayatını hem de bir başkasının hayatını ihlal etmiş buna baştan beri izin vermiş şiirini ve yazısını neredeyse bunun üstüne kurmuştur.

İhlal başta belirtildiği önemli bir saldırı olduğu kadar saldırganlık biçimidir ve yeterince sarsıcıdır. En tepeye aşkın, cinsel aşkın ve bu temeldeki arzuların konduğu, bu ikisine bireysel/toplumsal/politik başka izleklerin dâhil edildiği yaşandığı ve yaşanabileceği hayatın, ordan çıkan yazı ve şiirin şairinin/ yazarının erkek devrimci tipini ihlal ederek, sarsarak başka bir devrimci  ya da devrimci özne önerdiği kesindir.

Bu devrimci ise bugünde yani şimdi ne yapacaksa yapacaktır. küçük İskender’in bu önerisinin ya da yaşama arzusunun tekno-dünya ile başka bir şey haline geldiği ya da dönüştüğü, baştaki anlamlarından kurtulduğu ve dünyanın sorunlu bir şekilde ama anlamın ve arzunun dışında tam bir çarpışmayla bunun daha ilerisine tam bir pornografi ve şiddetle geçtiği ise burada yapılması gereken başka bir tartışmadır.

Özetle küçük İskender’in yazıp söylediklerini “edebi terör” eylemi içinde değerlendirmemizi ve onu (hayatını ve şiirini, yazısını)  “devrimci bulmamızı sağlayan da buraya kadar belirtilen ihlal ve saldırının belirlediği özelliklerdir. küçük İskender ardında bıraktığı onlarca şiir, yazı ve söz kadar yaşayıp gittiği hayatıyla ihlal etmeyi ve saldırmayı ve “edebi bir terör” estirmeyi bugün, hemen şimdi tam bir devrimci  sempatizan tavrıyla/edasıyla bundan sonra da sürdürecektir. Gerisi “kanlı lağım fareleri”nin bileceği bir şeydir.

3 Kasım 2022, Talas


Önce Sonra

keyboard_arrow_up