menu Menu
Şenol Erdoğan: "Herkes yoluna gider, herkes yolunu yürür, bu esnada herkes yükünü taşır, insanın nasibi insandadır, kimdeyse ve ne kadarsa gider bulur alır."
Yazar Müslüm Çizmeci Söyleşiler Mayıs 10, 2023 12 dakikada okunur
Sanat dünyayı değiştirebilir mi? Önce Sonra

* 6.45, Sub Press, Factory..  Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız? kaç dergi, kaç fanzin… Aşağı yukarı.

 

Senin de saydığın ve sayamayacağımız açık-gizli markalar altında “dergi”ciliğimle beraber 800 üzerinde müstakil neşir olasıdır, bu 2008-2022 aralığını kapsar sadece.

 
** Aliester Crowley, Bob Kaufman, Boby Henderson, Brian Stableford, David Eddings, David Wojnarowich, Mark Ravenhill, Neeli Cherkovski..Türkçe’ye ilk kez kazandırdığınız bazı yazarlar.. Kimleri atladım? Yanlışım var mı?
Türkçe’ye ilk kez kazandırdığınız kitaplar arasında sizin için ayrı bir yere sahip olan birkaç kitaptan bahseder misiniz?

 

Bunun için gerçekten burada diskografiyi kullanmak lazım, lakin ben klişelerden ve stokçuluktan hazzetmeyen biri olarak kendi diskografimi bile tutmamışımdır, buraya Philip K. Dick’den Antonin Artaud’dan, Richard Brautigan’dan yani ana akımın zirvesinden, Los Angeles banliyösünün çöplüğüne değin adı kendilerince bile bilinmeyen yüzlerce isim eklemek mümkün lakin bunun pek mantıklı bir şey olmayacağını düşünüyorum)))

“Katledilmiş Yahudilerin Şarkısı” benim için çok farklı bir yerde durur, kitabı yayına hazırlayamamıştım: masaya her oturduğumda ağlamaya başlıyordum ve bu kısa zaman sonra bir tür ağlama krizine dönüşüyordu, karnıma giren kramplarla ve salya sümük Yitzak Katzenelson’u aylarca dizememiştim, bittiğinde de kendime gelememiştim, her okuduğumda -daha doğrusu okumaya meyledip denediğimde hep benzer tepkiler verir bedenim, Katzenelson’u, Frisco’lu devrimci  ve şair; dostum ağabeyim ve destekçim Jack Hirschman taze ölümünden az bir süre evvel tamamlamıştı, kendisi bir çok İngilizce tercümesini bana hediye ederek yayımlamama müsaade etmiş Lawrence Ferlinghetti’nin evine, doğum gününe bizi yanına alacak kadar kıymet vermiş bir büyüğümüz idi, Allah rahmet eylesin. Zaten Ferlinghetti ile art arda gittiler. Bu anlamlarda da Katledilmiş Yahudilerin Şarkısı başka bir yerde bende.

*** Yolun kenarından akan renksiz duru sulardan, aktığı yerin rengine bürünmeyen sudan, o sulardaki balıktan hareketle Türkiye sanat tarihinde devrimci bir eylem olarak, Undergroud Poetix hakkında bir şeyler söyler misiniz?

 

Resmi tarih açısından Türkiye Cumhuriyeti bir devrim-ler ülkesi, imparatorluk ilgası ardından elde kalan en iyi 3 seçenekten biri malum, ne yazık ki destekçisi ve köstekçisi tandansların kültürel fakirliği ölçeğinde değerlendirilememiş bir siyasaya sahibiz, hem yanında hem de karşısında olanın yozluk seviyesi hem olduğundan sebep, mevcut 99 yılı heba etmeyi başarabilmişiz, ne imparatorluğun hamuruna kattığı ve kullandığı dilleri ve onların kültürel nesnelerini dönüştürüp kullanabilmişiz ne de aynı imparatorluğun düşmanlık ettiği bozkır dili ve dilleri için bize devasa bir kapı açan alfabe değişimi ardından bu uçsuz mirasa erişebilmişiz. Tüm bu ceremeleri ve toplamını her bir yeni kuşak daha fazla sırtında taşıdı elbet, ne Latincemizin Etrüsk ile bağlantısını kurabilmemize imkan ne de elimizdeki saray dili ve Arapçanın, son dönem Osmanlı Avrupacılığı ile içimize giren Fransızca ve İngilizceyle birlikte, okullarda yeni Türkçe ile birlikte yüksek bir öğrenim kapasitesine erişmemize izin verilmedi. Çok büyük bir servete baka baka 99 sene çekilen muazzam bir açlık ve bu açlığın sebebiyet verdiği kültürel bir curcuna, bunun varisleri yani temel atıcıları elbette en erken ittihat evveli yapılar ve sonrası ittihat ile başlıyor, ama şahsi evrenimde 17.yy’da Galib Mehmed Esad Dede’nin Hüsn ü Aşk’ı yazmasıyla başlıyor, ittihat ve cumhuriyetin temelini ben oradan alıyorum, tıpkı büyük ana yıkımın tarihten evvel 3.yy’da üzengi-eyer-koşu takımı ile başladığını nirengi almam gibi.

Bu doğrultuda bazı cenahların yurtdışı -Fransa- eğitimle bürokrasi inşasına giriştiği ve yeni çağ derebeyliği yapısıyla entelektüel sahneyi devraldığı milat ve akabinde ardılları belirsiz kaynaklı “miras”larla ülkenin kültür sanatçılığına soyunan yapılar el birliği ile ülke denilenin milli eğitim sistemini asla ve kat’a oluşturamadıklarından birilerinin kendi özerklerinde okuduğu İngilizce, Fransızca, Latince kendi aile ve şirket miraslarını yapılandırmaktan ya da bireysel olarak kendilerini kral ilan etmelerinden tekel olma arzularından ileri bir yere gitmedi hiç . Elhasıl önümüzdeki umman; körün, filin hortumunu tutup “bu fil” deme algı-masalındaki akabeye açılıyordu. Sayıları öğretmeden insanlara hiçbir şey ifade etmeyen rakam topluluklarını sunmak, denklemleri anlatmak cehennem gibi bir şey, bir yandan var olmayan bu donelerin nüvelerini, temelini vermeye çabalamak ama tek başına olmak her anlamda, diğer yandan da verdiğin temelle üzerinden en az 200 yıl geçmiş bir tarihin edebi ve doğal olarak sosyolojik ve elbet siyasi bütününü sunabilmek, kimse kusura bakmasın ama donkişotluğun yanında halt ettiği bir gerçeklik. Bu sebeple devrim, devrimci gibi kelimeler benim lügatimde insan varlığından sonra kainattaki en büyük problemin beşiğidir.

Benim ürettiğim her şey bu yoksunluk içinde bir yama parçasından başka bir şey değildir.

**** Ben en çok “Göl” kitabınızı seviyorum. Sizin “İlhan Berk Defterleri”nde saptadığınız “Görüntünün ontolojisine çok yakın bir çizgide yürür Berk, onun varlığını kavramak için (…) Berk evin/evinin kendisi olduğunu bilir, Kendin evinsindir / Evin kendindir” imge felsefesinin, her ne kadar bir şiir kitabı olmasa bile, “Göl”de vücut bulduğunu düşünüyorum.
Göl hakkında bir şeyler söyler misiniz?

 

Elbette “şiir” dediğimiz uzay, farklı çoklu formların içerisinde tüm bir hamuru oluşturduğu erilmez bir yapı, uhreviyetle bir tutulası temasının tohumları da bu tarif-i mümkünsüzlükte yatıyor nihayetinde. Yazdıklarını yok eden ve onları matbulaştırmak istemeyen biri olarak bazı empozeler doğrultusunda yazdıklarımı kitaplaştırdığım zamanlar da oldu malesef, “yapacak” bu kadar iş-hizmet varken kendi “yazdıklarımı” yayımlamak istemezdim açıkçası, bunu var olmayan yakın çevrem de bilir.  Ama olacak olanın önüne geçilmiyormuş’a sığınıyorum. Göl aslen otobiyografik -yani; özyaşam öykümden hareketle bina edilmiş bir metin. Sadece zamansal line-up’lar ile mürekkep, farklı yaşanmışlıkları ve onların zamanlarını aynı düzleme yerleştirme çabam. Ben bir “yazar” olmadığımdan öğretilmiş yazarlık sınamalarını metnine uygulayan biri değilim, sadece istediğim şeyi yazabilmek benim yükümüm, gerisi okurun dünyası, bu sebeple çok kısa sürede yazarım ne olursa, bu diğer yandan -hız- yaşamımın da ana karakteri, kendim yarattığım şeyler başta olmak üzre her şeyden hemen sıkılmak benim kültürel olarak zenginleşmemi sağladı. Göl bir sessizlik anı. Okurun kulak yapısına göre duyabileceği sesler çok farklı toprakları ve zamanları içeriyor, sağırın “bu ne”si gibi iyi bir çakalın, kurdun kulağıyla çok çok uzaklara gidebilmenize bineklik edebilecek bir metin. Özyaşamdan hareketle demiştim, biraz babamın ölümü, dağ evimizin ardındaki bahçeye teğet geçen akarsunun varlığı, benim kuzey Irak’ta yaşadığım gayrı nizami harbin üzerimden hiç gitmeyecek olan etkileri ve her şeyden çok ihtiyacım olan yok olma kaybolma hissi sanırım Göl’ü var eden şeyler.

 

***** Bazı yazarlar gibi bazı şairleri de ilk kez okurla buluşturdunuz? Özellikle genç şairlerin, pek satmayacak kitaplarını karşılıksız yayımlayan bağımsız yayınevleri sayıca çok az ve uzun ömürlü organizasyonlar değil. Kitaplarını bastığınız şairlerin yanı sıra, Uluer Oksal Tiryaki editörlüğünde Anadolu Ekspresi: Yeni Türk Şiiri” antolojisiyle, oldukça iddialı bir başlık altında, genç şairlerin şiirlerini İngilizce çevirileriyle beraber dünyaya tanıttınız.
Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

 

Benim ödev edinmesem de sıklıkla yaptığım, başıma gelen, sevdiğim şey Türkiye dışında farklı ülkelerde farklı milletlerden akademisyen ya da başka bir titre sahip -edebiyatçı- insanların ilk kitaplarını yayımlamak oldu. Yani Amerika’da yaşayan bir Amerikalı,  Kanada’da yaşayan bir Kanadalısın ama ilk kitabın Türkçe, Türkiye’de yayınlanıyor. Bunun için özel bir çaba sarf etmedim, sadece öyle gelişti, diğer yandan senin dediğin var elbette; onların, o çocukların, o insanların bir nebze işlerine yaramışsam önlerinin gram açılmasına sebep olmuşsan Tanrı ecrimi verecektir. “Satmak” kelimesi kapitalizmin yayıncılığının sakızıdır, benim 2016’dan beri yaptığım yayıncılığın para nesnesi ile hiçbir ilgisi yok, benim paraya ihtiyacım var ama para için yayıncılık yapmaya ihtiyacım yok çok şükür, hiç de olmadı. Türkiye’de ordu ve darbe merkezli açığı dolduran sözde solcu ve İslamcı ve bir nebze de sağcı kendisini entelektüel sayan, oysa kökenleri ticarete destek veren akademik kadro dışılıklardan ibaret, cumhuriyetin kendisinden daha da kötü halde olan yayıncı yapılanmaları ile ilgili de konuşmak lazım ama sırası burası değil.

Uluer ile ben yolda yürürken Moda burnunda bir ara sokakta pizzacıda karşılaştık, ve ona aklımda böyle bir şey var dedim, o da sanki bunu tasarlamışçasına ivedi hareket edip harika bir editörlük çıkartarak, İngilizce çeviri belasını da tamama erdirerek başarılı bir iş ortaya koydu, ben de bunun hakkını vermek istedim: hem nesnel olarak sert kapaklı büyük boy bir edisyon yarattım hem de kendi ellerimle yılda 2 defa her Amerika birleşik devletlerine gittiğimde kitabı yanımda taşıyarak pek kıymetli insanlara ilettim.

****** Mondo Trasho, Türkiye’nin Laneth ile ilk fanzinlerinden. Bağımsız yayıncılık bandrollü veya değildevrimci bir eylemdir. Bu külliyatı kitap haline getirmeniz, bana şunu çağrıştırıyor: 1789’u wi-fi şifresi yapmak. Bunu şu yüzden söyledim, hem bir saygı duruşu, hem de kolayca tuşlanabilir, ulaşılabilir bir hizmet. Ne dersiniz?

Mondo’nun kapak başlığında kapakta yani şu yazar: “yeni nesiller için Mondo Trasho arşivi” gayet amacını belli eden bir ifade. Toplamda bin adet basıldı ve şu an esamesi okunmuyor. Esat ağabeyin o vakitler ki kağıt ve çoğaltma uğraşısının çok kıymetli olduğunu düşünürdüm hep, bunlar yayıncılığın değil arkeolojinin ve antropolojinin sahası, ben bu anlamda “yayıncı değilim” derken işaret ettiğim hep buydu, budur!  Alakasız ama çok ilgili olduğundan buraya bir çıkma olarak düşeyim ki aynı dönemin sesli versiyonunun ZEN müzik grubu olduğunu belirtmek isterim, kaldı ki iletişim noktaları da var bir aynı havza cevheri bunlar, buna Serhat Köksal’ın 2/5BZ’sini de eklemek isterim. Ücretsiz wi-fi noktasında bir hediyem olacak bu arada; yakın gelecekte SUB’ın 2016-2020 arasında basıp yayımlayıp piyasaya dağıtımını yaptığı 200 kadar kitabı ücretsiz olarak pdf formunda indirilebilir olarak bir site aracılığıyla insanın hizmetine yeniden sunacağız.

******* Kerem Kamil Koç, Murat Arslan, Deniz Cansever.. Yürüdüğünüz yolda, emeğinizi paylaştığınız değerli yoldaşlarınızdı. Sizinle çok fazla vakit geçirme imkanım olmadığı için, atladığım isimler oldu? Yayıncılık hayatınız süresince,
beslendiğimiz işlerinizden bahsederken, emeğine selam vermemiz gereken, mutfaktan birkaç isim daha eklemek ister misiniz?

Herkes yoluna gider, herkes yolunu yürür, bu esnada herkes yükünü taşır, insanın nasibi insandadır, kimdeyse ve ne kadarsa gider bulur alır. Ben hep yalnız düşündüm ve yaklaşık yalnız ürettim, Kerem çocukluğumun bakiyesidir, o işin rock n roll kısmında, Murat da lise yıllarımın bakiyesi -ki o da Kerem ile aynı havzada, murat hep Sub’ı destekledi, sonra da içeri dahil oldu, madden, 3 yıl kadar sonrasında ise hayatını farklı ve çoklu anlamlarda değiştirme kararı aldı. Deniz benim Sub’ı birlikte kurduğum tek beyin diyebilirim, her şeye onunla birlikte kalkıştık, 3 sene kadar hem radyoculuk hem yayıncılık yaptık birlikte, şimdi Ankara’da akademide, o kaotik uzay beynini, yeni boş ve meyilli güzel beyinlere naklediyor. Bedelli ya da gönüllü tüm çevirmenlerim dışında sanırım kimseyi atlamadık. Ben okulsuz ve öğretmensiz bir kendiliğindenliğim bu anlamda kendimi emdim ve beslendim. Saygı duruşu ise tek ve sabittir: yüce insan, büyük kumandan, ATIL ANT. Tanrının rahmeti üzerinedir.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up